Ingmar Bergman'ın 1978 yapımı filmi "Güz Sonatı" (Höstsonaten), bir anne-kızın yıllardır içlerinde biriktirdikleri meseleleri annenin kızına yaptığı ziyaret sırasında su yüzüne çıkarıp, hesaplaşmalarını anlatır... Ingrid Bergman'ın anneyi, Liv Ullmann'ın da kızını oynadığı film bugünden bakınca kimi teatral sahnelerine rağmen önemli bir yapıt. Görüntü yönetmeni Sven Nykvist'in yakın plan yüz çekimleriyle de desteklenen Bergman'ın yazdığı can alıcı diyaloglar filmin duygusal çatışmasını çok güçlendirir... İşte o sahnelerden birinde, kalbi kırık Eva (Ullmann) annesine bazı itiraflarda bulunup, ona cevabı çok zor birkaç soru sorar:
"Bir anne ve bir kız... Annenin sakatlıkları kızına da geçer, annenin başarısızlıklarını kızı da yaşamalıdır. Annenin mutsuzlukları kızının da mutsuzlukları olmalıdır... Sanki göbek bağı hiç kesilmemiş gibi... Anne.. Öyle midir gerçekten? Kızının mutsuzluğu annenin zaferi midir? Anne... Benim acım senin gizli sevgin midir?"
Michael Mann'in çok sevdiğim polisiye gerilimi "Büyük Hesaplaşma"da (Heat) polis Vincent Hanna'nın (Al Pacino) eşi Justine (Diane Venora), kocasının "göreve adanmışlığını" şu muhteşem yazılmış, trajik sözlerle eleştirir:
"Sen benimle yaşamıyorsun. Ölü insanların artıklarıyla yaşıyorsun. Avının izini sürmek için kalıntıları gözden geçirir, suç mahalini okur, katilin bıraktığı izleri araştırırsın. Avının kokusunu alır almaz da peşine düşersin. Kendini adadığın tek şey bu. Gerisi geçerken ardında bıraktığın çöpler..."
Film hakkında daha ayrtılı bir yazım için aşağıdaki linke tıklayabilirsiniz:
http://birfilmsevdim.blogspot.com/2012/09/buyuk-hesaplasma.html
Ünlü bestseller yazar Stephen King'in ülkemizde de Altın Kitaplar tarafından basılan "Yazma Sanatı" (On Writing) adlı kitabında gayet kısa tuttuğu ve keyifle yazdığı otobiyografisinin yanısıra yazarlık kariyerini ve yazmakla ilgili düşüncelerini paylaşmış... King yazıyla olan ilişkisini ve hatta Amerikan edebiyatı hakkındaki fikir ve olumlu/olumsuz örnekleriyle de yazarlıkla ilgilenen herkese yol gösterici tavsiyelerde bulunmuş...
Kitapta King'in açıkyüreklilikle kendi yazma disipliniyle ilgili yazdıklarından bir alıntıyı paylaşmak istiyorum burada. İlerleyen günlerde bu kitaptan başka alıntılar da yapabilirim...
"Bir projeye bir kez başladıktan sonra, kesinlikle mecbur kalmadıkça ne dururum ne de yavaşlarım. Eğer her gün yazmazsam, karakterler kafamda bozulmaya başlar, gerçek kişilerden çok roman karakterine benzerler giderek. Öykünün dönüm noktaları paslanmaya başlar ve ben de öykünün bütünlüğünü ve akışını yitirmeye başlarım. Hepsinden kötüsü, yeni bir şeyler yaratmanın heyecanı söner. İş, işe benzemeye başlar ve çoğu yazar için bu bir ölüm öpücüğüdür... En iyi yazı yazar için bir tür ilham verici oyun olduğu zaman yazılandır ve bu hep, hep, hep böyledir. Mecbur kalırsam soğukkanlılıkla da yazabilirim, ama en çok tazeyken ve neredeyse tutulamayacak kadar sıcakken yazmayı severim."